– Hangi kumaştan sattın?
– Şu kumaştan efendim.
– Metresini kaça verdin?
– On akçeye.
– Nasıl olur?” diye hayret etti,
– Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?
– Şu kumaştan efendim.
– Metresini kaça verdin?
– On akçeye.
– Nasıl olur?” diye hayret etti,
– Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?
Eleman
gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkân sahibi müşteriyi karşısında görür
görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı.
Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu.
- Ne
demekti hakkını helâl et?
Olay
kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı.
Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu:
- Sizin
yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?
- Ben,
dedi tüccar, bir Müslüman’ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana
hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı
düzelttim.
Kral,
- İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe
sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle
bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden
İslâm’ı kabul etti. Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.
250
milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya’nın Müslümanlığı kabul
etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece:
İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı.
Efendimizin müjdesi herkese açık: “Doğru
ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde
peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir.” Yani, asıl
etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan
ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi.
Kaynak: Mehmet Paksu, İman Hayata Geçince
Kişi Okudu
0 yorum:
Yorum Gönder